Türkçe | Kurdî    yazarlar
“Türkiye, Suriye’de Sünni Arapları ve Kürtleri feda ederse hata yapar, bedelini de öder”

7/22/2024 6:17:20 PM

AK Parti MKYK Üyesi Orhan Miroğlu: “’Türkiye, Esad’la Kürtlere karşı ittifak kuruyor’ derseniz hakikati gizlemiş olursunuz. Tam tersi bir duruma 2011’den beri şahidiz. Esad’la devlet adına görüşmek ayrı bir şey, bu görüşmelerden kalıcı bir barışın olabileceğini stratejik olarak öngörmek ise çok farklı. Ama Türkiye, Sünni Arapları ve Kürtleri sonuç vermeyecek bir stratejiye feda etmez diye düşünüyorum. Yaparsa hata yapar bedelini de öder.”

Onur Erkan

AK Parti MKYK Üyesi Orhan Miroğlu, Ankara-Şam arasındaki olası görüşmeler ve Kürt meselesine yansımalarını Serbestiyet’e değerlendirdi.

“AK Parti iktidarında Türkiye, kimseyle Kürtlere karşı bir ittifak içinde olmadı”

Ankara ve Şam arasındaki görüşmeler için “Kürt karşıtı bir uzlaşma”, hatta “Kürt karşıtı bir ittifak” olabileceği yorumları yapılıyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan da söylediler bunu. Bu yaklaşımı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kimsenin “Kürtler” diyerek bu türden açıklamalar yapmaya hakkı yok. Kürtler dediğiniz zaman, hangi Kürtler adına konuştuğunuzu izah etmeniz lazım. Kürtler Suriye’de ve başka ülkelerde farklı farklı çok sayıda siyasi partiyle temsil edilen bir halk.

Ha Suriye’yi mi konuşuyoruz, o zaman Suriye Kürtlerinin yarısından fazlasının bugün göç etmiş olduğunu bileceksiniz. Türkiye’de on binlerce Kobanili Kürt yaşıyor; savaş sırasında 180 bini Türkiye’ye gelmişti ve sadece yarısı Kobani’ye geri döndü. Ve bunlar PYD’li değil. Genellikle KDP çizgisine yakın ya da PYD’ye asker olmak istemeyen insanlar. Beş yüz bin kadarı IKBY’de liderleriyle beraber.

AK Parti iktidarında Türkiye, hiç kimseyle Kürtlere karşı bir ittifak içinde olmadı. Bağdat’a da Tahran’a da Kürtlerle iyi geçinmeyi tavsiye eden de Sayın Cumhurbaşkanımız ve bizatihi Türkiye’dir.

Türkiye’nin sorunu Kürt meselesi küresel bir boyut kazanmışken ne yapacağını doğru dürüst bilmemesidir.  Ama herhalde herkesle anlaşıp Kürtlere karşı mücadele etmenin kimseye faydası olmayacağını bilir. Yirmi milyon Kürt vatandaşı var bu ülkede yaşayan, insan sırf Kürt anasını görmesin deyip, kendi ayağına kurşun sıkar mı?

“PKK, Pan-Kürdizmi dayatıyor”

Ama PKK’ya karşı mücadele elbette farklı bir yol izliyor. PKK devlet dışı bir organizasyon olarak, bugün Kürtlerin yaşadığı devletlerin hiçbirinde meşru bir siyasi çizgi değil ve 2016 yılında benim de aralarında olduğum bir grup milletvekiliyle İstanbul’da bir araya gelen Biden’ın aklımda kalan şu sözlerindeki hakikatin bugün de değişmediğini herkes biliyor, şöyle demişti o zamanlar aklı yerinde olan Biden: “PKK’yla kimse mutlu değil.”

Kimsenin mutlu olmadığı PKK’nın bugün geldiği yer, Irak ve Suriye başta olmak üzere kendini olumlamayan Kürtlere hiçbir karşılığı olmayan Pan-Kürdizmi dayatmaktır.

IKBY’de KDP’yle savaşmak istiyor, Süleymaniye’yi İran’la beraber kopardılar yönetimden. PKK ilan ediyor ki, KDP yüzyıldır savaştığı kendi topraklarında bir işgal gücüdür artık ve AK Parti ile MHP’nin paramiliter gücüdür!

İran rejimine karşı mücadelede PKK, İran-KDP’sinin yanında değil karşısındadır! Suriye Kürtlerinin yarısı Esad’dan değil -onun bir hükmü kalmadı- PYD’den kaçarak terk etti Suriye’yi.

Kürtlere karşı konum alan, ulusal mücadelelerinin önüne barikatlar kuran PKK’dır ve maalesef, “Türkiye, Kürtlere karşı Esad’la anlaşmaya çalışıyor” diyerek bu çıkmaz sokak stratejinin sözcülüğünü yapmak talihsizlikten başka bir şey değildir.

Bir kere Cumhurbaşkanı, NATO toplantısı sırasında Newsweek dergisine verdiği söyleşide, Türkiye’nin hem Irak’ta hem Suriye’de Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerinin tanınması ve korunmasının karşısında olmadığını, desteklediğini açıkça ifade etmiştir.

“Devleti yönetenler, ‘PKK eşittir Kürtler’ demiyor”

Şimdi az çok farklılaşmış ve bu farklılaşmanın bir sonucu olarak AK Parti 2019 seçimlerinden bu yana Kürt seçmenden hemen her seçimde biraz daha uzaklaşmış olsa da AK Parti iktidarında devletin Kürt meselesiyle ilgili politikalarındaki değişimi görmek lazım. Kürtler adına talep edilen haklarla PKK’nın talepleri arasında devletin herhangi bir ayrım yapmadığı 90’lı yılların devletiyle bugünün devleti bambaşkadır. 90’lı yıllarda devlet politikaları, PKK ve Kürtler arasında bir fark görmüyordu ve bu belki de PKK’yı büyüten en büyük sebepti. Hem devlet hem PKK, Kürtler ve kurdukları partileri bu şekilde kriminalize etti.

Ama bugün devleti yönetenler, “PKK eşittir Kürtler” demiyor. Irak-KDP ve Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti’yle dostane ilişkiler içindeyken, aynı topraklarda PKK’ya karşı askeri harekatlar yapmaya devam ediyor.

Aynı şey Suriye için de Türkiye için de geçerli. Türkiye’nin Suriye Kürtlerine PKK üzerinden bakmadığını, PKK/PYD dışı Kürt muhalefetle ilişkilerini sürdürdüğünü biliyoruz. Ama kabul edelim ki bu ilişkiler gözle görülür bir siyasi kabule tekabül etmiyor. Ve çok zayıf.

Ama siz, “Türkiye, Esad’la Kürtlere karşı ittifak kuruyor” derseniz hakikati gizlemiş olursunuz. Tam tersi bir duruma 2011’den beri şahit olmaktayız. 2011 yılından başlayarak; Suriye devriminin bastırılması, Kürtlerin sokaklardan çekilmesi ve PKK’nın Türkiye’ye karşı eylemlerinin devam etmesi için ittifak yapan iki temel güç Esad ve PKK’dan başkası değildir ve bu konuyla ilgilenen hiç kimse için bu bir sır da değildir.

“Türkiye, Kürtlere karşı Esad’la ittifak kurmuyor. PYD, Türkiye’ye karşı Esad’la müttefik”

“Türkiye Kürtlere karşı Esad’la ittifak kurmuyor. Esad, Türkiye’ye karşı PYD’yle ittifak içinde” mi diyorsunuz?

Evet, bu anlaşmanın sonuçlarını görüyoruz bugün. Devrim başladığında, Suriye’de vatandaş statüsüne bile sahip olmayan Kürtler bilhassa Mişel Temo önderliğinde ayaklandılar ve sokaklara döküldüler. Esad, Celal Talabani’den yardım istedi ve taraflar Talabani’nin arabuluculuğunda Selahaddin kentinde bir araya geldi.

Esad, Kürtlerin devrimi desteklememeleri karşılığında Rojava’yı PYD’ye bırakacak, PKK bunun için 2000 militanını buradaki şehirlere yollayacak ama Suriye asker-sivil bürokrasisi buralarda kalmaya devam edecek ve maaşlarını da merkezi hükümet ödeyecekti. Bu anlaşma Kürt demokrat ve aydın çevrelerde Suriye devrimine ihanet olarak hatırlanmaktadır. Meraklıları için Kopernik Yayınları’ndan çıkan Mağdurların Coğrafyasında-Arka Bahçemizdeki Halklar kitabımı öneririm.

Yani Suriye Kürtlerine ve Türkiye’ye karşı halen yürürlükte olan anlaşma 2011’den beri Esad ve PKK/PYD arasındaki ilişkileri düzenleyen bir anlaşma olarak önemini koruyor.

Yalnız bu anlaşmada Kürtlere özerklik diye bir vaadi yok Esad’ın. Esad, bu anlaşmayla Kürtlerin hatta bir kısım rejim muhalifi Arapların Kürtlerle yan yana yaşadığı kimi şehirleri PKK/PYD’ye teslim etti. Temo, faili meçhul bir cinayetle ortadan kaldırıldı.

Moskova’dan, Bağdat’tan Esad ve Erdoğan arasında olası bir görüşmeye destek veren, arabuluculuk sinyalleri veren açıklamalar geldi. Bir anlamı olabileceğini düşünüyor musunuz?

Arabuluculuk mekanizması, bu türden uluslararası sorunlarda, tarafların masaya oturmaya hazır olduğu zamanlarda işe yarar ve işler. Burada böyle bir hazır olma durumundan çok uzak olduğumuzu düşünüyorum.

Çözüm odaklı müzakere ön kabullerle başlamaz. Oysa hem Esad hem Türkiye ön kabullerini deklare etmiş durumda. Esad, “Suriye’yi terk edin ve bana karşı mücadele eden güçleri desteklemekten vazgeçin. O zaman görüşebiliriz” diyor.

Türkiye’nin ön kabulü de sayın Hakan Fidan’ın birkaç gün önce ifade ettiği gibi, muhalif güçleri feda etmemek ve rejimin PKK terörüne karşı tavır alarak PYD’nin elindeki bölgelere karşı Suriye ordusunu aktifleştirmesini istemek.

“Ortadoğulu bir Miloseviç’le, Esad’la görüşerek neyi çözeceksiniz?”

CHP lideri Özgür Özel’in de “Esad-Erdoğan görüşmesi için arabulucu oluruz” diye bir çıkışı oldu.

CHP, baştan beri Şam’a gidip Esad’la görüşmeyi çok prestijli ve itibar sağlayacak bir iş gibi görüyor. Kendi halkının yüz binlercesini katliama uğratmış birinden söz ediyoruz oysa. Ve bunu yaptığı için iktidarda kalamayacağını fark etmiş, İran ve Rusya olmasa bir gün bile Suriye’de kalamayacak Ortadoğulu bir Miloseviç. Neyi çözeceksiniz Esad’la? Öyle kuşatılmış bir adam ki, ülkesinin sınırları öylesine paramparça ki, Ankara’dan yola çıksanız, sizi ona götürecek bir açık kapı bulamazsınız. Özgür Bey sanırım Lübnan veya Irak’ı deneyecek Esat’a ulaşmak için.

Bugünün Suriye’sinde Esad’la çözülecek bir konu yok. Patronlarının kapısını çalmak daha tercih edilebilir bir şey.

Geçen hafta yapılan seçimlerin de gösterdiği gibi, Esad üç fiili özerk bölgeye bölünmüş Suriye’de sadece Hama, Humus, Lazkiye, Şam ve kısmen de Halep’te hakim. PYD ve İslami grupların kontrolündeki bölgelerde ne siyasi ne askeri bir gücü var. Suriye’yi ABD, Rusya ve bilhassa İranlılarla konuşmak daha makul bir tutum olur belki de.

Amerikalılar görüşme açıklamalarından rahatsız. İranlılar suskun gibi, Putin ise dostlar alışverişte görsün misali bir hamle yaptı ama sanırım Esad’la çözülecek pek bir şey olmadığının o da farkında.

Rusya, kanaatimce işin içinde Baas Partisi’nin savaş suçlarına bulaşmamış birtakım kadrolarının olduğu ama Esad ve çevresinin “Hayatlarını garanti eden” bir tasfiyenin olabileceği bir plan üstünde ne kadar çalışsa, Suriye’ye çözüm o kadar erken gelir.

Allah aşkına milyonlarca Suriyeli mülteciyi, Esad’ın yönettiği bir Suriye’ye geri yollamayı kim nasıl başaracak?

“Esad’la devlet adına görüşmek ayrı, bu görüşmelerden barış çıkacağını öngörmek ayrı”

O zaman Esad’la görüşme gündemini başlatan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Erdoğan “Esad’la neyi çözecek?”

Esad’la devlet adına görüşmek ayrı bir şey, ama bu görüşmelerden kalıcı bir barışın çıkabileceğini stratejik olarak öngörmek çok farklı. Ben, Cumhurbaşkanının ve şu andaki dış politika yapıcılarının bu fikre yakın durduğu kanaatinde değilim.

Suriye’nin üçte ikisinde iktidarını ebediyen kaybetmiş, halkıyla arasına kan davası girmiş ve artık sadece kendi cemaatinin lideri -ama çok da zayıf bir lideri- durumundaki bir kişiyle mucizevi görüşmeler ve müzakereler yaparak çözüm olabileceğine ne Kobanili ne Afrinli ne İdlibli ne de Suruçlu inanır. Sanki bu görüşme arzusunu Putin uyandırmış gibi görünüyor.

“Türkiye, Suriye’de federal bir çözüme hazırlıklı olmalı”

Ama Türkiye, Sünni Arapları ve Kürtleri sonuç vermeyecek bir stratejiye feda etmez diye düşünüyorum. Yaparsa hata yapar bedelini de öder. Yani iktidarın da Suriye’de yürütülen politikalarda her türlü paranoyadan uzak bir muhasebe yapması lazım.

Bugünkü Suriye nasıl ki 13 yıl önceki Suriye değilse, Türkiye’nin 13 yıl önceki Suriye politikası da aynıyla kalamaz, değişmek zorunda. Suriye’deki halklar toplu intihara sürüklenmeyeceklerse, gerçek bir çözümün sonunda Suriye’de Kürtler ve Sünni Araplar federal bir çözümün tarafı olacaklardır. Türkiye bu geleceğe hazırlıklı olmalıdır. Rusya’nın öngördüğü de budur: Federal çözüm. Sünni Arapları ve Kürtleri ortak bir devlet içinde tutmanın başka yolu yok.

Sorun bu federal sistemin kimlerle kurulacağıdır ve Türkiye haklı olarak PKK’nın yöneteceği bir federal yapıya karşıdır. Suriye’deki Kürtlerin muhtemelen yarısı da karşıdır. O zaman yeni bir strateji belirlenir ve Kürtlerin iradesinin yansıyacağı, Suriye Kürtlerinin PKK’sız kendi kendilerini yöneteceği bir model önerisiyle gelinir muhtemel müzakere masasına.

“Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde Kürtçe seçmeli dil bile olmuyorsa PKK/PYD’ye alternatif bir Kürt muhalefetini anlamak mümkün olmaz”

Ama Kürt gerçeğini tamamen yok saymak da doğru değildir. Türkiye’nin kontrolündeki Afrin ve benzeri merkezlerde yaşayan Türkmenlerin ve Arapların dili resmi dil muamelesi görürken Kürtçe seçmeli dil bile olmuyorsa, sizin Suriye’de bir Kürt politikanızın olması ve PKK/PYD’ye alternatif demokratik bir Kürt muhalefetini anlamanız ve yüzünüzü o muhalefete dönmeniz mümkün olmaz.

Bu söylediğimiz konularda ve Suriye’nin geleceği söz konusu olduğunda ben şahsen CHP’nin ne düşündüğünü bilmiyorum. Muhalefetin Suriye tutumu Baas’la ideolojik bir yakınlıktan kaynaklanıyordu ve bu yakınlık aslında ta Bülent Ecevit zamanında Saddam’a ve Irak Baası’na gösterilen yakınlıktan farksızdı.

CHP, Esad’ın kendi halkına karşı giriştiği katliamları laik ve seküler bir düzene karşı ayaklanan gericilere karşı meşru bir mücadele olarak görüyordu. CHP, dünyayı ayağa kaldıran ihlallere karşı suskun kaldı ve Türkiye’yi tam da o ateş topunun ortasında Esad’la iş birliğine davet etti. Şam’a milletvekillerinden oluşan heyetler filan yolladı. Bugün Suriye fiili olarak üç federal bölgeye bölünmüş, bambaşka koşullar var. Esad’ın ve hatta Esad’sız bir Baas’ın merkezinde olduğu birlik içinde bir Suriye artık hayal. Türkiye’nin veya devletin Suriye politikası açıktır ki, sahadan gelen doğru-yanlış bilgilendirmeler doğrultusunda ve önceleri Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanımızın inşasında önemli rol oynadığı bir politika oldu. Suriye devrimi başladığında ve sonrasında da doğrular ve yanlışlar yan yana durdu ve Türkiye, devrimin başarıya ulaşacağını varsayarak pozisyon belirledi. Devrim olmadı ama kanlı bir iç savaşın sonunda Suriye bölündü. Bugün bu ülkede herkes başının çaresine bakıyor, kimsenin kimseyi fark ettiği yok.

Türkiye, Suriye’ye askeri harekatlar yaptı ve teröre kapalı koridorlar oluşturdu. Türkiye’nin güvenlik kaygısı elbette yerinde bir kaygıydı. Kamışlo’dan, Nusaybin’deki halk pazarına atılan roketlerle kaldırdığımız sivil şehitlerimizin haddi hesabı yok. Şu var ki şimdi artık Suriye’nin geleceğinde söz ve karar sahibi olmanın yolu, salt güvenlik politikalarından geçmiyor. Halkların meşru taleplerinin karşılanacağı ve zalimlerden hesap sorulamazsa bile, zalimlerin karar merciinde olmayacağı bir çözümü desteklemek ve savunmak gerekir.

Türkiye, Suriye’de hep başka aktörler tarafından bir şeylere ikna edilen değil, başkalarını kendi çözümüne ikna eden bir ülke olmalıdır ki, arka bahçemizdeki halklarla tarihdaşlığımız ve yüzyıllardan bu yana yaşadığımız ortak kaderimiz bunu adeta emrediyor. Yabancılar bir gün çekip gidecekler, birbirimizin yüzüne bakacak olan bizleriz: Kimiz biz? Türkler, Araplar, Kürtler, Ezidiler, Süryaniler olarak kardeş ve dost halklarız biz.

Serbestiyet

POLİTİKA