yazarlar makaleler
“Türkiye’de HÜDA PAR aracılığıyla ‘Kürt Haması’ oluşturulmak isteniyor”
17.10.2023

Gökçe Çiçek Kösedağı

Kürt siyaseti Filistin meselesine nasıl bakıyor?

Bir kere şunu söyleyeyim; daha 1960’ların sonunda Türkiye sol sosyalist hareketleriyle birlikte o zamanın Kürt hareketleri de Filistin’de yaşanan savaş ve isyanlarda Filistin halkının mağduriyetine vurgu yaparak oradan yana bir tutum aldılar. Özellikle Deniz Gezmiş’in -yanılmıyorsam 1967 veya 1969- Filistin’e gitmesiyle birlikte bir ivme halinde sadece Türkiye’nin merkez şehirlerindeki üniversitelerden değil, Gaziantep ve Adana civarından da çok sayıda dönemin devrimci gençleri Filistin’deki kamplarına gitmeye başladılar. Amaçları hem Filistin hareketine destek vermek hem de orada silahlı eğitim alarak Türkiye’ye gelip buradaki devrimci mücadeleye dahil olmaktı. Dediğim gibi, Kürt hareketleri de 1970’lerden itibaren -zaten oluşumları da tarihe tekabül ediyor- hep Filistin’den, Filistin halkından yana bir tavır edindiler. Fakat tabii ki tarih, siyasi hareketler ve devrimci hareketler oldukları yerde durmadılar, dönüştüler ve dönüştürüldüler. Filistin Kurtuluşu Örgütü’nün (FKÖ), Yasser Arafat’ın başını çektiği İslam’ı dışlamayan ama laik, seküler ve Marksist solu da içine dahil eden enternasyonalist hareketler oluştuğunda bütün dünyadan ilgi görmeye başladı. Bu aynı zamanda Filistin davasının uluslararası kamuoyu tarafından benimsenmesini de sağladı. Zira ilk o dönemin Filistin’deki sol hareketleri milliyetçi veya İslamcı bir perspektiften değil, daha çok ulusal kurtuluş çizgisinden hareketle bir dava güdüyorlardı ve dünyadaki diğer devrimci güçlerle aynı zamanda ezilen halklarla da dirsek teması kurmaya meyyaldiler.

Fakat zamanla –hepimizin bildiği üzere- Filistin Kurtuluşu Örgütü başta olmak üzere laik-seküler Filistin hareketleri peyderpey ya tasfiye edildiler ya da oradaki İslamcı, cihatçı yapılar daha fazla yaşam alanı bulmaya başladı, özellikle de 1990’lı yıllardan itibaren. Şimdi sorunuza geri dönecek olursak, bu süreçte ise Türkiye’deki Kürt hareketi 1980’lerden itibaren -hatta bunu 1970’lere de götürebilirseniz- devlet destekli birtakım cemaatler ve 1990’larda Kürtlerin, Hizbul-kontra dedikleri Hizbullahı hariç tutulursa Türkiye’deki Kürt isyanları ve Kürt hareketi hep sol tandanslı veya enternasyonalist bir çizgide olageldiler. Fakat dediğim gibi, Filistin’deki siyasi yapılar değişmeye başladı ve Hamas oradaki öncü güç haline geldi. Hamas’ın temel motivasyonuna da bakıldığında aslında Filistin davasından çok cihat davasının öne çıktığı ve temel motivasyonlarının da antisemitizm olduğu görülüyor. Kürtler antisemitist herhangi bir harekete meyyal değiller çünkü Kürtlerin mücadele motivasyonu da din odaklı değil. Bunu sadece Türkiye’deki Kürtler ve Kürt hareketi için söylemiyorum. Irak’ta, belki İran’da -İran’ı tam bilmiyorum ama- Suriye’de en azından bu böyle. Kürtler ezilme pratiği açısından kendilerini hep Filistin halkıyla özdeşleştirirler. Yalnızlığı, güvensizliği veya tekinsizliği itibarıyla da zaman zaman kendilerini İsrail’le ya da daha doğrusu Yahudilerle özdeşleştirirler. Onların yalnızlığı ve tarihsel olarak her zaman tehlike altında bulunmaları dolayısıyla.

7 Ekim’de Hamas’ın başlattığı operasyon ve ardından İsrail’in büyük savaşı, az önce sizin de bahsettiğiniz HEDEP’in 4. Olağan Kongresi’nde de bahse konu olduğu yeni eş başkanlar Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan her ikisi de buna bir gönderme yaptılar; Hamas’ın eylem biçimini, sivillere yönelik, Yahudilere yönelik cinayetlerini reddettiklerini ama mazlum Filistin halkının yanında olduklarını beyan ettiler.

HÜDA PAR Türkiye’nin Hamas’ı mı?

Şu anda biz çok enteresan bir döneme tanıklık ediyoruz. Türkiye’de tarihsel olarak Filistin davasını ve Filistin halkının mazlumluğunu hep bir benzer hikâye olarak görmüş ve desteklemiş olan Türkiye’deki seküler Kürt hareketi … bir yana, bir de iktidar destekli HÜDA-PAR’ın Filistin halkından ziyade Hamas yanlısı nümayişlerine, gösterilerine tanıklık ediyoruz. Ben sizin referans aldığınız yazıda da söylemiştim: Aslında şu anda Türkiye’de de devlet veya devletin içindeki bir klik, tıpkı Filistin’de olduğu gibi Türkiye’de de seküler Kürt hareketini ekarte ederek, baskılayarak onun yerine Kürt milliyetçiliğini de yer yer kullanan, işlevselleştiren ama esas olarak İslamcı bir Kürt örgütlenmesine alan açmaya ve esas olarak da onun tırnak içinde söylüyorum, “temel Kürt aktörü” haline getirmeye çalışıyor.

Dolayısıyla seküler Kürt hareketinin 7 Ekim’den itibaren Filistin meselesindeki mütereddit hali ve açıktan bu operasyonu desteklemekten imtina etmesinin sebeplerinden de biri de bu: Türkiye’de de bir Kürt Haması’nın oluşturulmaya çalışıldığının bilinmesi. 7 Ekim’de Hamas’ın gerçekleştirdiği operasyon aslında “Ne kadar insan öldürebilirsek, ne kadar insan kaçırabilirsek ve rehin alabilirsek…” stratejisi ya da taktiği üzerine kurulu. Bu da tabii ki ortaya korkunç bir katliam çıkardı. Eğer İsrail devlet terörünü uygulamasaydı, devasa bir katliam harekatına girişmeseydi, 7 Ekim’de İsrail “belli bir devlet vakarıyla ve soğukkanlılığıyla” hareket etseydi devlet terörü yerine bu meseleyi önce kendi yurttaşlarının can güvenliğini muhafaza etmek üzere tedbirlere ağırlık vererek ve sonra da peyderpey daha insancıl bir reaksiyon gösterseydi bütün dünyanın desteğini alır ve aslında Filistin davasını ya da en Hamas’ı tamamen sildirebilirdi. Çünkü Hamas’ın yarattığı şey oydu. Fakat burada İsrail ve Filistin açısından şöyle bir mesele var: Her iki tarafın da ilk günleri –7-8 Ekim için söylüyorum- şu anda İsrail için genel olarak da böyle, uluslararası kamuoyunda bir meşruiyet aramıyorlar. Dolayısıyla insancıl bir yöntem, savaş suçu işlememe hassasiyeti göstermiyorlar. Burada yapılmak istenen -her iki taraf için de- büyük bir güç gösterisi. Bu güç gösterisinin özellikle Filistin halkını ve Gazze halkını nasıl bir katliamla, nasıl bir etnik temizlikle karşı karşıya bırakacağını Hamas bilmiyor değildi. Herkes kendi düşmanını aşağı yukarı kullanır. Buna rağmen böyle bir katliamın Hamas’ın hamlesi, Kürtler dahil olmak üzere, pek çok uluslararası gücün Filistin davasını eskisi kadar hummalı bir biçimde sahiplenmesini geciktirdi. Ancak ve ancak İsrail devlet terörü başladığında Filistin halkı savunulabilir hale geldi. Ama artık ok yaydan çıkmıştı. Genel olarak bunu söyleyebilirim.

Son olarak da bu bahiste şunu söylemek lazım: Kürtlerle Filistin halkını aynı kefeye koyamayız, çeşitli parametreler dolayısıyla da tarihsel arka planı ve coğrafi konumu itibarıyla da. Kürtler, Lozan antlaşmasıyla birlikte bundan 100 yıl önce 4 devlet arasında, daha doğrusu dört parçaya bölündüler ve her bir parçada da ayrı rejimlerin baskısı altında yaşadılar. Bu süreçte de Kürtler, örneğin Saddam Hüseyin, Halepçe-Enfal harekâtı ve Halepçe soykırımını yaptığında Kürtleri savunan, onlara açıktan destek veren hiçbir devlet olmadı. Türkiye’de Kürtler büyük bir baskı ve kılıçtan geçirildiklerinde, yüzyıl başından itibaren çeşitli katliamlardan Dersim’den, Şeyh Said İsyanı sonrası 15 bin kişinin katledilmesinden, 1990’lardan bu son birkaç yılda yaşananlardan Roboski katliamını düşünün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bile bu davayı konu etmedi. Bu süreçte bile Kürtlerin davasına destek veren hiçbir devlet olmadı. Elbette uluslararası kamuoyunun içinde Kürtleri destekleyen gruplar her zaman oldu. Ama bir bütün olarak Kürtler, yüzlerce yıldır hep sahipsizlik duygusu içinde yaşadılar. “Yüz yıldır” demiyorum. Şimdi Filistin açısından durum böyle değil. Bugün Filistin çeşitli devletler tarafından açık veya örtülü bir biçimde öyle veya böyle destekleniyorlar. Dolayısıyla burada bir benzerlik kurulamaz. İkincisi Kürtler bunca baskılara maruz kaldıkları süre boyunca Filistin’deki örgütler tarafından yeteri kadar desteklenmediler. Kürtler, Filistinlilerden bekledikleri desteği esasen hiçbir zaman göremediler. Peki, İsrail’den Kürtlere bir destek geldi mi? Zinhar gelmedi. İsrail de her zaman bölgedeki egemen güçlerin müttefiki olageldi. Dolayısıyla da Kürtlerin bu açıdan Filistin halkından çok daha sahipsiz ve yalnız olduğunu söylemek gerekiyor. Bunu belirtmek istedim.

1990’larda nasıl ki İsrail, Filistin’deki sol örgütleri hem ezerken hem de Hamas eliyle ezdirirken ve Hamas’a yol verirken, size saldırdığında her türlü eylem biçimini meşru gören “kendince yenilebilir güç” inşasına destek verilirken İsrail Haması -aşağı yukarı aynı tarihlerde- Türkiye de Hizbullah’ı destekliyordu. Hizbullah silahlı örgüttü, devletten ziyade seküler Kürt hareketine saldırıyordu. Diyarbakır’da sokak ortasında onlarca gazeteciyi, siyasetçiyi katletti. Ne zaman ki o dönemin iktidarı tarafından artık kontrol edilmesi güç bir tehlike haline geldi, o zaman Hizbullah’ın başını ezdiler. Şunu söylemek istiyorum: Devlet aklı, bunu yeni keşfetmiş değil ya da Süleyman Soylu bunu yeni keşfetmiş değil fakat iktidarın keşfettiği şey şuydu, silahlı değil ama siyaset yapan, siyasi bir aktör olan, Kürt milliyetçiliği söylemini de kullanan, yoksul, alt sınıf Kürtlere de hitap eden ve tabii ki dini kullanan bir hareketin Kürtlerde peyderpey gelişebileceği düşünülüyor. Şu anda da düşünülüyor ve aslında HÜDA PAR’ın bölgede, özellikle alt sınıfların o yoksulluk ve açlık içindeki alt sınıfların, desteklenmesi, yardım gruplarının oluşturulması vs. üzerinden bir şekilde bir çekim merkezi haline gelmesi tasarlanıyor olabilir. Önümüzdeki 10 yıl, Süleyman Soylu öyle dediği için diyorum, “10 yıl sonra bölgede aksın nasıl muhafazakarlığa doğru eğildiğini göreceksiniz ve bunun büyük bir devlet aklıyla yapıldığını herkes görecek ve bunu yapan da Tayyip Erdoğan olacak” diyordu. Bu sırada HÜDA PAR üzerinden AKP’ye gelen eleştirileri savsaklamak için aslında Süleyman Soylu’nun bir nevi belki de farkında olmadan ifşa ettiği bir plandı. Şimdi bu HÜDA PAR’ın Hamas eylemlerine ve sözüm ona “Filistin davası” lehine yürüttüğü etkinlikler ve yürüyüşler de aslında benzerliğin kurulmasını daha da kolaylaştırıyor.

Kürtlerde taban bulabilir mi? Zannetmiyorum. Hâlâ ve hâlâ çok güç. Bence bu mesele artık Türkiye’deki bütün seküler sol hareketlerin ve bir bütün olarak Türkiye’nin meselesi. Eğer şu anda devletle ya da iktidarla uzlaşan İslamcı bir Kürt hareketi ya da evcil bir Kürt Haması oluşturulabileceği düşünülüyorsa, bunun da büyük bir yanılgı olacağı görülür. Zira İslamcı motivasyonun ne tür sonuçlar yaratacağını yakın zamanda biz pek çok silahlı örgütte de gördük. Artık Kürtler açısından Türkiye’de demokratik bir sistem içinde yaşamanın arayışları söz konusuyken devletin bu tür tehlikeli adımlara meyil etmesi, devletin de, Kürtlerin de, bir bütün olarak Türkiye toplumunun da ileride baş edemeyeceği sonuçlar yaratabilir.

Türkiye’deki İslamcıların “Filistin davası” ve Kürtler

Türkiye’deki İslamcı gruplar Filistin davasını sahiplenmiyor. Şu anda gösterdikleri hassasiyetin Filistin halkıyla ilgisi yok. Esas olarak Hamas’la ilgisi var. Eğer şu anda Hamas yerine yine Filistin Kurtuluş Örgütü söz konusu olsaydı, Türkiyeli İslamcılar gıklarını çıkartmazdı.

Riyakarlık yapmaya bile hacet duymazlardı. “Bu onların sorunu” derlerdi, İsrail gibi bir gücü karşılarına almaktan da imtina ederlerdi. Hatta şunu söylerlerdi: “Onlarca Arap devleti var, onlar sahip çıkmıyorsa biz ne yapalım.” Şu anda Türkiye’deki İslamcılar, bu coğrafyada sadece zulüm görenin İslamcı olup olmadığına bakar.

Aynı şeyi biz Suriye’de görmedik mi, gördük. Suriye’de 2007’de Esad’la Halep Stadı’nı birlikte açarken, 57 yıl aradan sonra Türkiye’ye gelen ilk Suriye Başkanı iken, can ciğer kuzu sarması iken ne oldu da 2010 yılında birdenbire “Esed” oldu.

Bunu Beşşar Esad ifşa etti. Esad dedi ki, “Türkiye savaştan hemen önce bana ‘Müslüman Kardeşlere iktidar alanı aç’ dedi.” Esad, o alanı açsaydı hiçbir zaman “Esed” olmazdı. Üstelik de o Esad 2004 yılında Kamışlı’da 37 Kürdü bir futbol müsabakası sırasında katletmişken. Şu anda aynı şey Filistin’de de geçerli. Bakın Rojava’da şu anda Türkiye bir harekat düzenliyor. Orayı Gazzeleştirircisine sürekli tehdit altında tutuyor. Peki, Türkiye’nin attığı bombalar hiç mi sivillere çarpmıyor? Öyle bir hassasiyeti mi var? Sivillere çarpmayan silah mı icat etti Türkiye? Yok. Peki, niye seslerini çıkartmıyorlar? Niye kendi iktidarlarına “Ya barış yolu varken Kürtler bizim kardeşimizken ne bu şiddet bu celal” demiyorlar. Çünkü Suriye’deki Kürt hareketi İslamcı bir hareket değil. Bu kadar basit, bu kadar açık.

Eğer Suriye’deki Kürtlerin başını İslamcı cihadist bir hareket çekseydi zaten Türkiye de bu kadar hassas davranmazdı. O yüzden Türkiye’deki İslamcıların Filistin davasını ya da herhangi bir mazlum halkın davasını sahiplenmesi söz konusu olamaz. Çin’e bakın, Uygur Türkleri’ne bakın. İslamcılar bu konuda tek bir kelam ediyorlar mı? Türkiye İslamcıları etnik kimliğe bakarlar ve esas olarak da inanca bakarlar. Hıristiyansan Ermenistan yerle bir edildiğinde bile gıklarını çıkartmazlar. Türkiye’deki İslamcıların “kardeş” dedikleri başka halklar değil. Başka halklara kardeş gözüyle bakmazlar. Ümmetin içindeler mi ve İslamcılar mı? Tasnifi buna göre yapıyorlar. Kürtler bugün o yüzden müteredditler. Hamas meselesinde de Türkiye’deki Kürtlerin mütereddit olmasının temelinde Türk İslamcılarının ikiyüzlülüğü ve riyakarlığı yatıyor. Aynı şey Kürt İslamcıları için de geçerli. HÜDA PAR yürüyüşler yapıyor Diyarbakır’da. Daha 6-7 yıl önce o yürüyüş yaptığınız sokaklarda bombalar patlıyordu, Sur yerle bir ediliyordu. Tek bir defa çıkıp “Ya bunu yapmayın” dediniz mi? Hayır. Yani Kürt de olsa Türk de olsa İslamcılar açısından sadece ve sadece İslamcı olması onları sahiplenmeye yarıyor. Ayrıca şunu da söyleyeyim, bu nasıl bir sahiplenme? Türkiye’deki İslamcılar, özellikle Türk İslamcıları her zaman en risksiz desteği gösterirler. Hiçbir zaman tehlikeyi göze almazlar. Şu anda burada, İstanbul’da ya da ekranlarda, küçük küçük toplantılarla “Filistin halkının yanındayız” demenin, Filistin’de bombaların altında hayatını kaybedenlere ne faydası var? Yok. Ama onların desteği bundan ibaret ve üstelik bunu da Türkiye içinde bir kutuplaşmaya ve düşmanlaştırmaya vesile etmek için kullanıyorlar.

7 Ekim’de katledilen Yahudi çocuklarına da ağlayan ama 50 yıl Filistin çocuklarına da ağlayan Türkiye’deki sol, sosyalistlere, Kürt hareketine “Siz İsrail yanlısısınız” diyerek bu nümayişleri tertipliyorlar. Yoksa Filistin halkına destek gibi bir dertleri falan yok.

Medyascope


İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar