9.10.2023
Etyen Mahçupyan bir yıldır kaleme aldığı ‘Yeni İttihatçılık’ yazılarında çok muhkem bir toplam koydu ortaya. Benim bu toplamda emin olamadığım, dolayısıyla Mahçupyan kadar güçlü bir biçimde savunamayacağım sadece bir nokta var: Yeni İttihatçılığın önümüzdeki 10 yıllar için (de) neredeyse kaçınılmazlığına dair imâ ve öngörülerin erken ve aşırı olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin yeni yüzyılının böyle şekillenmesi çok güçlü bir ihtimal fakat böyle olmayabilir de.
Alper Görmüş
Etyen Mahçupyan’ın bir yıldır anlattığı Yeni İttihatçılık tezinin Türkiye’deki mevcut siyasal-toplumsal gerçekliği yansıtmada ufuk açıcı bir içeriğe sahip olduğu hususunda hiçbir kuşkum yok. Zaten toplum ve bireyler üzerine basit gözlemler bile ülkenin üzerinde hangi ruhun dolaştığını anlamaya yeter. Nitekim ben de 5 Aralık 2022 – 16 Ocak 2023 arasında kaleme aldığım “Yeni İttihatçılığın müsvedde tarihi” başlıklı sekiz yazılık serinin birincisinde Mahçupyan’ın analiz ettiği sorunsalın siyasi söylem düzeyinde nasıl geliştiğini toparlamaya çalışmıştım. Orada, Mahçupyan’ın yaptığıyla benim yapmaya çalıştığım şeyi şöyle özetlemiştim:
“Bundan altı yıl önce ‘siyasi mücadelenin temel ekseninin laiklikten millîliğe evrildiği’ tespitini yapmış ve bu yıllar içinde konuya sık sık dönmüş biri olarak, Mahçupyan’ın bu çerçevedeki yazılarını tabiatıyla büyük bir ilgiyle okudum. Benim ‘millîlik’ yazılarımı ve ulaştığım noktayı bilen okurlar Mahçupyan’ın ‘Yeni İttihatçılık’ kavramlaştırmasına da -doğal olarak- katıldığımı düşünmüş olabilirler; bu okurlar haklı.
“(…)
“Mahçupyan, Kemalizm ve Ulusalcılık gibi ara formları da tahliline katarak yüz yıl önceki İttihatçı rejimin ideolojisiyle aktüel rejimin ideolojisini mukayese ediyor, bunun üzerinden mevcut iktidarın ‘Yeni İttihatçı’ diye tanımlanabileceğini okurlara göstermeye çalışıyordu.
“Öncekiler gibi bu son yazısı da siyaset biliminin, siyaset felsefesinin diliyle yazılmış derinlikli analizlerdi.
“Bana gelince; ben bir gazeteci olarak bu tartışmaya, süreci hatırlatıp özetleyerek katılmak istiyorum.
“AK Parti, ideolojisi bugünkü gibi olan bir parti olarak doğmadı; buraya zaman içinde geldi. İşte ben de bu dizide, şimdiye kadar bu çerçevede kaleme aldığım yazıları hatırlayarak ve hatırlatarak işin tarihini özetlemeye çalışacağım. Tabii, hâlâ sürecin içinde olduğumuz için ister istemez ‘müsvedde’ bir tarih olacak bu; ileride ne kadarı temize çekilir bilemem.” (Serbestiyet, 5 Aralık 2022).
Mahçupyan, daha sonra kaleme aldığı yazılarla iddiasını daha da tahkim etti, hatta tezine karşı geliştirilebilecek argümanları da önceden tanımlayıp onlara da cevap vererek çok muhkem bir toplam koydu ortaya.
Bu toplamda emin olamadığım, dolayısıyla Mahçupyan kadar güçlü bir biçimde savunamayacağım sadece bir nokta var ve bu noktanın da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu ve bundan sonraki birkaç yazıda bunu açmaya çalışacağım.
İtirazımı şöyle formüle ediyorum: Yeni İttihatçılığın önümüzdeki 10 yıllar için (de) neredeyse kaçınılmazlığına dair imâ ve öngörülerin erken ve aşırı olduğu kanaatindeyim. Türkiye’nin yeni yüzyılının böyle şekillenmesi çok güçlü bir ihtimal fakat böyle olmayabilir de.
Bu kanaatimi başlıca iki noktaya dayandırıyorum. Bunlardan biri, teneffüs ettiğimiz İttihatçı ruh halinin oluşmasında iktidar siyasetinin (yani Erdoğan’ın) payının (sübjektif faktör) değerlendirme dışı tutulmuş olması… İkincisi de şu: Evet, meseleye zihniyet analizini de kattığımızda pek açık ki yüz yıllık yaralı benlik ilacını arıyor, bu doğru, fakat bunun yegâne ilacı -şu andaki baskın rolüne rağmen- Yeni İttihatçılık mıdır? Değilse, en azından ihtimal olarak başka ilaçların varlığından da söz edilebilirse ve ülkenin etkili ve daha önemlisi pragmatik lideri şu veya bu nedenle İttihatçılıktan vazgeçip bunlardan birine öncülük etmeye karar verirse? Böyle ihtimallerin varlığı, bizi Yeni İttihatçılığın iyice kök salacağı ve neredeyse nesiller boyunca süreceği düşüncesini sorgulamaya yöneltmez mi?
Yeni İttihatçı ruhun oluşmasında “Erdoğan’ın şahsının” payı?
Yeni İttihatçı ruh halinin oluşma sürecini etkileyen âmiller bahsinde, analize -Mahçupyan’ın dile getirdiklerine ilaveten- çok önemli bir başka âmili daha katmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu âmilin adı, “Erdoğan’ın şahsı…”
Bu nokta şu nedenle çok önemli: Şayet “Erdoğan’ın şahsı” yani sübjektif faktör bu ruh halinin doğup gelişmesinde iktidarın aktüel ihtiyaçları doğrultusunda kışkırtıcı bir rol oynadıysa, o zaman Yeni İttihatçılığın kalıcılığı ve uzun sürecek olması hususunda daha temkinli bir dil kullanmamız gerekmez mi?
Analize “Erdoğan’ın şahsını” da eklemek gerektiğini söylerken, bunu Mahçupyan’ın şu uyarısına rağmen yaptığımın farkındayım:
“Yapılacak en büyük yanlış bu gelişmeleri Erdoğan’ın şahsına bağlamak olur… Erdoğan eleştirisinde fazla ileri giderek kendimizi aklamayalım. İttihatçılık Erdoğan’dan çok daha fazlası…”
Hatta şu uyarısına (da) rağmen:
“Yaşananların çoğu basit, ilkel, niteliksiz, ham, hatta pespaye gözükebilir. Gerçekten de öyle… Ama ülkeyi geri dönüşü olmayabilecek bir yöne doğru götürüyor. Yaşanmakta olanların bir bütün olarak derinliğini ve ciddiyetini kavrayamayanların elinde ise, hüsran dışında bir şey kalmayacak gözüküyor.”
Doğrusu, “Erdoğan’ın şahsı” faktörünün Türkiye’yi saran ruh halinin oluşmasındaki payını Yeni İttihatçılık ruh halinin belki o kadar da derin olmadığının delili olarak öne sürmek, Mahçupyan’ın tarih-zihniyet bağlamında hatırlattığı sağlam argümanlarla kıyaslandığında biraz fazla siyasi ve derinliksiz görünebilir ama bazen ülkelerin hayatında onlar da belirleyici rol oynayabiliyor.
Soruyu daha net sorayım şimdi: Yeni İttihatçı ruh hali nasıl oluştu ve buna bağlı olarak derinliği ne?
Şunlardan hangisi: A) Alttan gelen, derin bir tarihsel travmanın tetiklediği toplumsal bir talep var (100 yıl önceki büyük yenilgi ve kaybedilmiş özgüvenin ihdası) ve bu talep dünya koşullarının da müsait olmasından yararlanmak isteyen bazı siyasetçiler ve devlet tarafından siyasete tahvil ediliyor. B) Erdoğan, iktidarının bir aşamasında iktidarını sürdürmenin yolunun artık İslamcılıktan değil ‘millîlik’ten geçtiğini gördü, bu amaçla yeni bir hikâye yazdı ve toplumun bir kesiminin zaten dinlemeye teşne olduğu bu ‘hikâye’yi adım adım kuvveden fiile geçirdi, geçiriyor.
Birinci önerme, zamanı gelmiş ve dolayısıyla önünde kolay kolay durulamayacak bir fikri ima ediyor, ki Mahçupyan’ın kazara iktidara gelse bile muhalefetin dahi İttihatçılık yapmaya mecbur kalacağına dair cümleleri, onun meseleyi böyle gördüğünü gösteriyor.
Benim buna hiçbir itirazım yok. İtirazım, Yeni İttihatçı ruh halinin doğmasında ikinci önermenin (sübjektif faktör) analiz dışında tutulmuş olmasına… Tabii aslında “şu mu” yoksa “şu mu” diye sorduğum sorunun cevabı “ikisi de” olmalı. Birincinin önemini tartışmıyorum bile, cevabını aradığım soru şu: Acaba toplumu ve siyaseti saran İttihatçı ruh halinin oluşmasında sübjektif faktörün (“Erdoğan’ın şahsı”) payı ne? Bunun neden önemli olduğunu yukarıda anlatmıştım.
Burada kesiyorum. Sonraki yazıda hem “Erdoğan’ın şahsı”nın toplumu sürükleme ve ikna kabiliyetini hatırlatarak tartıştığımız konudaki ‘sübjektif faktör’ün önemini göstermeye çalışacak hem de yaralı benliğin izalesinin ille İttihatçı ruh üzerinden gerçekleşmek zorunda olmadığını savunacağım.
Serbestiyet
- PSK: Seyid Riza ve Arkadaşları Ölümsüzdür
- Meclis'te 2013'te hazırlanan 'çözüm süreci' raporunda neler vardı?
- PSK: Erdoğan Kürdlerden Özür Dilemelidir
- PSK: Kayyım Siyaseti Geri Döndü
- Bozyel: Önümüzdeki tarihi hedef Kürt halkının özgürlüğüdür
- 'Kürt Meselesinde Çözümsüzlük Türkiye'ye Neler Kaybettiriyor?'
- ‘Fetihçi iktidarın, böyle bir din ulemasına ihtiyacı vardı
- Ali Çeven Serbest Bırakılmalıdır
- ‘Diyanetin varlığını sorgulamayan her laiklik tartışması yanlıştır
- Altan Tan, Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısını üç nedene bağladı