1.10.2023
İktidar (devlet) Kürtlere yönelik tutumunda bir değişikliğin emarelerini göstermeye başladı. Ülke içinde ve dışında Kürt etnisitesine karşı olmadığını, ama Türk devletine doğrudan ya da dolaylı biat etmeyen bir Kürtlüğe geçit vermeyeceğini ima eden adımlar atmakta. Böylece Kürtlerin Türklüğe değil, (bu haliyle) devlete rıza göstermesi isteniyor. Ancak bu yeni yaklaşımın PKK/HDP cenahına ‘uygun’ geleceğini beklemek gerçekçi gözükmüyor. Devletin Kürt kimliğine yönelik tutumundaki değişim, iç siyasette Kemalizm’in tükenmesi ve ekonomideki çöküntüye rağmen muhalefetin seçimi kazanamaması, muhtemelen Kürtlere ‘Türkiyelilik’ tezinin son kullanma tarihinin geçmiş olabileceği mesajını vermiştir. Yeni İttihatçı paradigma altında ‘Türkiyeli’ olmaya çalışmak Kürt siyasi aktörlerine de gerçekçi gözükmeyebilir… Muhtemelen önümüzdeki sürede ‘Kürdi’ hassasiyetin özerkleşip derinleşmesine tanık olacağız. Tüm Kürtlerin tekil bir özne gibi telakki edildiği, Kürdistan fikrinin merkeze konduğu yeni bir gelecek hayali ve bundan neşet eden yeni bir siyasetle karşılaşabiliriz.
Etyen Mahçupyan
Nasıl siyaset yaptığınız siyaseti nasıl tanımladığınız ve siyasetten ne anladığınıza bağlı. Eğer başarısız kalıyorsanız ve hele kazanma şansınız ‘objektif’ olarak yüksekken (bile) kaybediyorsanız ortada daha derin bir mesele var demektir. Çok muhtemelen gerçekliğin niteliği değişmiştir ve siz ya durumun farkında değilsiniz ya da farkında olsanız bile çaresizsiniz.
Değişen gerçekliği idrak edememek bugün muhalefetin temel sorunu. Yaşananların niteliğini az çok sezenler ise bu yeni durum karşısında ne yapacaklarını, nasıl tutum alacaklarını bilemiyor, çünkü temelde kendilerini ‘muhalefet’ kılacak bir niteliğe sahip değiller.
Muhalefet bilinçli bir tutum almaya çalışarak iktidara alternatif olmak istese de parçası olduğu toplumsal bilinçdışının iktidarı ‘normalleştirmesiyle’ paralize oluyor. Dolayısıyla temel meseleden kaçıyor… Yani benlik konusunun siyaseti ele geçirmesiyle, kimlik tanımının değişmesiyle ilgilenmiyor. Bu alanlarda bir alternatif duruş veya söylem ihtiyacında da gözükmüyor. Bildiği siyaseti daha ‘sert’ yapmaya çalışıyor ve iktidarın vatandaşlık bağlamında yanlışlarını sergilemenin yeterli olmasını umuyor.
Ne var ki bu tutum günümüzün konjonktüründe bizatihi siyasetin yanlış tanımlanmasından başka bir şey değil. Muhalefet konuya hala eski paradigmanın içinden, sanki Kemalizm’in egemen olduğu bir siyaset alanında imişiz gibi bakıyor. Oysa artık farklı bir evredeyiz…
Kemalist paradigma hüküm sürerken devletin ‘referans’ kurumları olan ordu ve yargı siyasetin ideolojik sınırlarını çizer, siyasi aktörler farklı kesimlerin ve çıkar gruplarının (esas olarak) sosyoekonomik ‘haklarını’ kollamaya çalışır, ‘telafi’ stratejisi izlerdi. 2016 sonrası devletle siyaset arasındaki mesafe kısaldı ve bir organik bütünleşme yaşandı. Öyle ki bugün siyaset devletin sınırları içinde, devletin parçası olarak yapılıyor.
Bu durumda iktidara alternatif olmanın iki yolu var: Ya Yeni İttihatçı perspektif doğrultusunda devletle iç içe bir pozisyon üretilecek, ya da Yeni İttihatçılığın dışında (ama Kemalist olmayan) bir ideolojik bakış önerilecek. İkincisinin ne denli zor olduğu açık… Muhalefetin böyle bir fikri geleneği veya entelektüel gücü yok. Ama asıl önemlisi muhtemelen isteği de yok…
Buna karşılık Yeni İttihatçılığı veri kabul ettikleri anda, iktidara alternatif bir yaklaşım üretmeleri de kolay değil. Çünkü o pozisyonun hakiki sahibi zaten iktidarda ve muhalefetin devlet içinde bir ayrışmayı tetikleyecek çekiciliği ve güvenilirliği bulunmuyor. Ayrıca iktidarın (anayasa konusunda olduğu üzere) her fırsatta muhalefeti Yeni İttihatçılığa davet etmesinin yarattığı ‘kendine benzetme’ ve ‘kendiliğinden yandaş kılma’ baskısını da hafife almamak lazım.
Sonuçta muhalefetin kolaya kaçması şaşırtıcı değil… Vatandaşlığın özgürlük, eşitlik, adalet meselelerinin temel alınması ve iktidarın eksik ve yanlışlarının vurgulanmasının yeterli sanılması… Bu eleştirel yaklaşım yanlış olmasa da fazlasıyla eksik. Çünkü siyasetin ‘meselesi’ şimdi baş aşağı edilmiş durumda. Artık ön planda benlik sorunsalı ve kimliğin yeniden tanımlanması var.
Diğer deyişle Kemalist paradigma siyaseti kavramakta ve doğru siyasi strateji üretmekte artık işlevsel değil. İktidarın yanlışlarını (irrasyonel tutumunu), kötü niyetini (otoriterliğini) ve müdanasızlığını (keyfi tasarruflarını) eleştirmek seçmen nezdinde yeterli gözükmüyor. Çünkü halk ülkenin yeni bir rejime doğru geçiş yaptığını, Kemalizm’in koyduğu sınırların çözüldüğünü, yeni bir kimlik ve geçmiş/gelecek tahayyülü içinde olduğumuzu seziyor. Ve muhalefetin bu konuda hiçbir sözünün olmadığının farkında…
Mesele siyasetin ideolojik ‘öznesinin’ değişmiş olmasıdır… Muhalefet bireyin hak ve özgürlük alanını sahiplenmeye çalışıyor. Oysa Yeni İttihatçılık devlet ve ‘milletin’ hak ve özgürlük arayışını bayrak yapıyor. Bireyin özne olarak alındığı bir siyaset hem modernliğin hem Kemalizm’in prestij kaybı nedeniyle seçmen nezdinde anlam yıpranması yaşarken, tarihsel ve kadim bir özne olarak tasavvur edilen ‘milletin’ özneleşmesi (özellikle yeni kimliğin asli parçası haline gelen muhafazakar kesimde) heyecan yaratabiliyor, karşılıksız kalmış duyguları tatmin edebiliyor.
Sonuçta ortada gündelik (düzeltilebilir) yanlışlar yapan ama ülkeyi yeni bir ‘kızıl elmaya’ taşıma iradesi beyan eden, üstelik bunu devleti de arkasına alarak yapan bir iktidar; ve gündelik yanlışları yapmama iddiası taşıyan (ama pek güvenilir bulunmayan), ülkeyi geleceğe taşıma tasavvur ve iradesi açısından vizyonsuz (ya da muğlak), üstelik devletle ne denli ‘anlaşacağı’ da belli olmayan bir muhalefet var.
Ama dahası da söz konusu… İktidarın ‘kötü niyet’ ve ‘müdanasızlık’ olarak adlandırılan karar ve eylemlerinin çoğu yeni sistemin parçası. Karşımızda bir yeniden inşa girişimi var. Devlet-siyaset-millet bütünleşmesi iktidarın haksız ve keyfi tasarruflarının halk nezdinde kabul edilebilir hale gelmesini sağlayabiliyor.
Kemalizm’in gerçekliği basitti. Dünya belirli bir yöne doğru ilerliyordu ve biz de ona yetişmeye, onun parçası olmaya çalışıyorduk. İttihatçılığın gerçekliği karmaşık… Dünya ‘ilerlemiyor’, bir anlamda yeniden inşa edilmek üzere ‘bekliyor’. Artık daha fazla sayıda aktörün söz hakkı ve daha fazla sayıda gidilebilecek yol var.
Bunun anlamı siyaseti yorumlarken psikolojik alanımızın genişlemiş olduğudur. Böylece ortaya ideolojik bağlamda bir yeniden tanımlama fırsatı doğuyor. Kendimizi bağımsız bir özne olarak algılamaya başlıyor ve kendi bakışımızı, duygusal ihtiyaçlarımızı ideolojik bir kalıba döküyoruz.
Muhalefetin bu değişen gerçekliği göz ardı etmesi onu giderek seçmen için daha anlamsız kılabilir. Gerçekliği kabullenmek ve ona Kemalizm ve İttihatçılık dışında bir cevap verebilmek gerek. Mesele seçim kazanmak ve iktidara gelmeye çalışmak değil, ülkeyi belirli bir hedefe doğru yönlendirecek yeni bir tasavvur üretip halka anlatabilmek.
Bu tasavvurun modernizme dayanmasının avantaj getirmeyeceği açık olduğuna göre, modernliği (ideolojik açıdan liberalizmi) de aşan bir bakışa ihtiyaç var. Türkiye’yi Yeni İttihatçılığın dışına taşıyabilmek demokrat zihniyetten nasiplenen bir muhalefet gerektiriyor.
Ne var ki böyle bir muhalefetin varlığı üretilecek tasavvurun halk tarafından yeğlenmesini, ülkenin o yöne gitmesini garanti etmiyor…
İki nedenle. Öncelikle Türkiye’nin demokrat zihniyete yatkın olup olmadığı bir yana, halkın ezici çoğunluğunun bu zihniyeti yadırgamayacağından bile emin değiliz. Geçmişimizde demokratlık zemini üzerinde gelişen ideolojik veya siyasi bir damar bulunmuyor. İkinci neden böyle bir alternatifle karşılaştığında sistemin göstereceği direncin aşılamama ihtimalinin fazla olması. Cemaatçiliğin de bir anda yok olmayacağını dikkate alırsak söz konusu direncin ‘organik’ bir vasıf taşıması mümkün. Ayrıca dünya koşullarının Türkiye gibi modernliğin çeperindeki bir ülkede demokratlığa ne denli alan açacağı da ayrı bir soru.
Dolayısıyla Yeni İttihatçılığa uzun vadede kalıcı bir alternatif oluşturmak, ülkenin geldiği noktayı, psikolojik gereksinimlerini ve nihayet siyaseti ciddiye almayı gerektiriyor. Bunun güzel parti programları yazarak, olabildiğince televizyona çıkarak, ya da esnaf ziyareti yaparak elde edilemeyeceği herhalde açık olmalı… Muhalefetin önünde uzun soluklu ve entelektüel bir iş var.
Derinlikli bir analiz ve anlatının demokratlığı taşıyacak bir kadro eliyle bir ‘davete’ dönüştürülmesi, bu çabanın uzun vadeli olabileceğinin baştan kabullenilmesi ve girilen yolda sebat edilmesi lazım. Ancak yine de başarının garantisi yok… O nedenle inandırıcı olabilecek bir muhalefetin siyasi başarıyı farklı tanımlaması gerekiyor.
Siyaseti toplumun ‘etkilenmesi’ olarak görmek, bu etkiyi adım adım artırmak ve iktidara gelmeyi ikincil bir hedef olarak düşünmek muhalefeti ‘doğru yolda’ tutabilir. İronik olarak, iktidarı kısa vadede ve yüzeysel bir düşünce yapısı içinde hedefleyen bir muhalefetin iktidara gelme ihtimali daha az olacak, gelse bile Yeni İttihatçılığın dışına çıkma gücü olmayacaktır. Topluma güven ve ciddiyet mesajı verebilmek iktidar hevesini kenara koymayı ve asıl siyasetin farklı bir Türkiye inşa etmek olduğunu görmeyi ima ediyor. Muhalefet bunu yapabilirse iktidar yolu da kolaylaşıp kısalabilir.
Bu bahiste Kürt siyasetine ayrı bir yer açmak lazım. Ulusalcılığın kimlikte ‘sert Türklük’ aradığı yıllar, PKK’nın da şiddeti üst düzeye çıkardığı ve devletin buna olabildiğince sert cevap verdiği yıllardı. Bugünden bakıldığında hangisinin diğerini daha çok tetiklediğinin önemi yok. Ama sonuç önemli… İki taraf için de şiddetin çözüm olmadığı, buradan bir çıkış bulunamayacağı belli oldu.
Ardından gelen AK Parti’nin ilk 13 yılı Kürt siyasetinin yeni bir arayışa girmesini teşvik etti. Önce AB çerçevesine uyum çabası, sonrasında Kürt meselesini örgütü de sürece dahil ederek çözme arayışı, Kürtlerin Türkiye siyasi ve toplumsal sistemi içinde kendilerine yer bulabilecekleri fikrini güçlendirdi. ‘Türkiyelilik’ bakışı bu sayede anlamlı ve gerçekçi bir tutum olarak şekillendi.
‘Türkiyelilik’ ulus devlet formatı içinde Kürtlerin bireysel ve kültürel haklarını elde etmelerini, buna karşılık ayrılıkçı ya da ‘Kürdistani’ eğilimlerin güç kaybetmesini, bu türden ideolojik duruşların ‘geride bırakılmasını’ ifade ediyordu.
Altını çizelim, ‘Türkiyelilik’ Batı modernliğinin Türkiye üzerindeki etkisinin kalıcı olduğu ve Türkiye siyasetinin de Kemalist paradigma içinde yeniden inşa edilebileceği varsayımlarına muhtaçtı. Eklemek gerek ki HDP üzerinden geliştirilen siyaset bu son seçime kadar söz konusu beklentiyi sürdürdü. Muhalefetin kazanması halinde modern ve Kemalist zemine geri dönüleceği umut edildi. Ancak seçim istendiği gibi sonuçlanmadı…
Bu arada çevre koşulları zaten radikal biçimde değişmişti. Modernliğin yıpranması ve küreselleşme Kürt siyaseti için avantajlı olmadı. PKK’nın Suriye’de aktörleşmesini sağlasa da Türkiye devleti ile genelde Kürt siyaseti arasındaki mesafeyi açtı. Türkiye ve PKK yakın coğrafyada karşı karşıya geldiler. Türkiye’nin bölgede bir Kürt oluşumunu destekleyebileceği beklentisi hızla söndü, çünkü Yeni İttihatçılık tam aksi yönde bir ‘açılımı’, sınır ötesinde kalıcı olma hayalini beslemekteydi.
Öte yandan iktidar (devlet) Kürtlere yönelik tutumunda bir değişikliğin emarelerini göstermeye başladı. Ülke içinde ve dışında Kürt etnisitesine karşı olmadığını, ama Türk devletine doğrudan ya da dolaylı biat etmeyen bir Kürtlüğe geçit vermeyeceğini ima eden adımlar atmakta. Böylece Kürtlerin Türklüğe değil, (bu haliyle) devlete rıza göstermesi isteniyor. Ancak bu yeni yaklaşımın PKK/HDP cenahına ‘uygun’ geleceğini beklemek gerçekçi gözükmüyor.
Devletin Kürt kimliğine yönelik tutumundaki değişim, iç siyasette Kemalizm’in tükenmesi ve ekonomideki çöküntüye rağmen muhalefetin seçimi kazanamaması, muhtemelen Kürtlere ‘Türkiyelilik’ tezinin son kullanma tarihinin geçmiş olabileceği mesajını vermiştir. Bu terimin Kürt olmayanların kulağına ‘olumlu’ yansıma ihtimalinin de giderek azaldığı gözlemleniyor. Devlet ve iktidar ise zaten buna olumsuz bakıyor.
Yeni İttihatçı paradigma altında ‘Türkiyeli’ olmaya çalışmak Kürt siyasi aktörlerine de gerçekçi gözükmeyebilir… Muhtemelen önümüzdeki sürede ‘Kürdi’ hassasiyetin özerkleşip derinleşmesine tanık olacağız. Tüm Kürtlerin tekil bir özne gibi telakki edildiği, Kürdistan fikrinin merkeze konduğu yeni bir gelecek hayali ve bundan neşet eden yeni bir siyasetle karşılaşabiliriz.
Ne var ki Kürt siyasetinde böyle bir değişim Yeni İttihatçılığı güçlendirecek, onu genel halk nezdinde ‘daha da’ gerçekçi ve meşru kılacaktır. Toplumsal algıda ‘talepkar’ Kürt siyasetinin Türkiye’nin hedefleri önünde engel teşkil ettiği, ancak biat eden, Türk devletine muhtaç olduğunu içselleştiren Kürtlerin makbul olabileceği fikri yerleşecektir.
Bu noktada yeniden muhalefete dönebiliriz… Muhalefetin başarısızlığı Kürt siyasetinin de ideolojik olarak radikalleşmesine ve Türkiye’deki yeni rejimin kalıcı hale gelmesine hizmet edebilir.
Demokrat zihniyeti temel alan, derinlik ve ciddiyete sahip bir muhalefetin salt varlığı bile Kürt siyasetinin önündeki alanı genişletebilir ve bu da ülkenin demokratlaşmasına katkı olur.
Aksi halde toplumsal çürümeyi tetikleyen ama halk için ‘doğal ve normal’ algılanan yeni rejimin parçası olarak hayata devam etmek de (tabii ki) mümkün…
Serbestiyet
- PSK: Seyid Riza ve Arkadaşları Ölümsüzdür
- Meclis'te 2013'te hazırlanan 'çözüm süreci' raporunda neler vardı?
- PSK: Erdoğan Kürdlerden Özür Dilemelidir
- PSK: Kayyım Siyaseti Geri Döndü
- Bozyel: Önümüzdeki tarihi hedef Kürt halkının özgürlüğüdür
- 'Kürt Meselesinde Çözümsüzlük Türkiye'ye Neler Kaybettiriyor?'
- ‘Fetihçi iktidarın, böyle bir din ulemasına ihtiyacı vardı
- Ali Çeven Serbest Bırakılmalıdır
- ‘Diyanetin varlığını sorgulamayan her laiklik tartışması yanlıştır
- Altan Tan, Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısını üç nedene bağladı