10/21/2024
Bilmediğimiz gizli bir planlama veya strateji yoksa Mehmet Uçum’un açıklamalarına göre, bu tablo Kürtlere yönelik bir açılım değil, devletin pozisyonunu tahkim etme çabası gibi görünüyor. Türkiye devleti, Kürt meselesinde tutumunu derinleştirerek, silahların bırakılmasını sağlayarak ve DEM’i sıkıştırarak kendi stratejik konumunu güçlendirmeyi hedefliyor.
Bu önemli bir soru, çünkü yaşanan gelişmelerin tam anlamıyla bir çözüm sürecini mi ifade ettiği, yoksa devletin ya da siyasi iktidarın yeni bir strateji arayışı mı olduğu tartışılıyor veya bu strateji, iktidarın kendi konumunu güçlendirmeye veya yeni bağlantılar kurmaya yönelik bir hamle mi? Bence bu, hala ortada ve belirsiz. En açık veri, Amberin Zaman’ın görüşmelerinde ortaya attığı devletin Öcalan’la, Öcalan’ın da Kandil ile görüştüğü ve Bahçeli’nin açıklamalarıyla bu süreçlerin paralel ilerlediği yönündeki iddialar.
Bu durum birkaç farklı bakış açısından değerlendiriliyor.
Birinci görüş, bu gelişmelerin yeni bir süreç ve açılıma işaret ettiği yönünde. Bahçeli gibi bu konuda en sert duruşa sahip bir figürün attığı adımlarla bir hamiliğe soyunması, yeni bir dönemin başladığı ve sonuçlarının yakında görüleceği inancı bu görüşü egemen. Bu görüş daha çok sezgisel ve öngörüsel değerlendirmelere dayanıyor.
Diğer uçta yer alan yaklaşım ise AK Parti-MHP hükümetinin Kürt politikalarından ve güvenlikçi tutumlarından taviz vermeyeceği görüşünü savunuyor. Bu hamlelerin temel hedefinde cumhurbaşkanlığı seçimleri ya da anayasa değişikliği gibi kritik unsurlar olduğu öne sürülüyor. Anayasa değişikliği, Kürtlerle temas kurmak gibi yöntemlerin akla geldiği bir çıkış olarak görülüyor.
Mehmet Uçum’un açıklamaları, Bahçeli’nin önceki konuşmalarına daha fazla açıklık getirmiş durumda. Bahçeli, daha önce, el sıkışmasının çözüm süreciyle ilgili olmadığını, devletin terör örgütüyle görüşmediğini ve böyle bir anlaşılmaya mahal verilmemesi gerektiğini belirtmişti.
Mehmet Uçum ise bugünkü açıklamasında iki önemli noktaya dikkat çekti: Birincisi, çözüm sürecinin tarihe gömüldüğünü ve bu tür yöntemlerin artık devlet açısından anlamı olmadığını belirtti. Devletin mevcut güvenlikçi politikalarının Irak ve Suriye’de sonuç verdiğini, Türkiye’de de bu politikalardan taviz verilmeyeceğini vurguladı. Tokalaşmanın ters yönde yorumlanmasının yanlış olduğunu da ekledi.
Uçum ikinci olarak, tokalaşmanın anlamının aslında DEM için PKK’dan kopma, şiddeti reddetme ve Türkiye’li olma yönünde bir fırsat sunduğunu ifade ediyor. Eğer bu fırsat değerlendirilmezse, kapatılmanın kaçınılmaz olacağını dile getiriyor. Bu açıdan bakıldığında, Uçum’un sözleri Bahçeli’yi destekler nitelikte ve mevcut güvenlikçi politikadan taviz verilmediği gibi, çıtanın daha da yükseltilmeye çalışıldığını gösteriyor. Bahçeli’nin açıklaması bir çağrı niteliği taşırken, Uçum’un açıklamaları tehdit unsuru barındırıyor ve bu, devletin pozisyonunu daha da sağlamlaştırma çabası olarak yorumlanabilir.
Bu gelişmeleri tek başına değerlendirip “Neden şimdi?” sorusunu sormak da önemli. İster yeni bir Kürt açılımı ister devletin mevcut pozisyonunu sağlamlaştırma çabası olsun, her iki ihtimalin temel referansı dış dinamiklerdir. Türkiye, Orta Doğu’da özellikle Suriye ve Irak’ta iki önemli alanda aktif rol oynuyor. Suriye sınırında, Türkiye’nin kısmen kendi kontrolünde, kısmen de Rusya ve ABD ile iş birliği içinde bir güvenlik koridoru oluşturduğu biliniyor. Irak’ta ise PKK’ya karşı operasyonlar yürütüyor ve Barzani yönetimiyle yakın temaslar sürdürüyor.
Kürt hareketi içerisindeki ayrışmalar da dikkate değer. Barzani ile PKK arasındaki çatışmalar, İran Kürtleri ile PKK arasındaki ilişkiler, İran’ın bu bölgedeki daha pasif rolü gibi unsurlar dengeleri etkiliyor. Bu dinamikler ışığında, Türkiye’nin yeni stratejik hamleler yapma gereği ortaya çıkıyor.
Geleceğe yönelik iki ihtimal söz konusu. Birincisi, bir Kürt açılımı süreci başlatılsa bile bu, genel anlamda Kürt meselesine değil, daha çok örgütle ilgili bir çatışmasızlık veya çatışma çözümü süreci olabilir. Bu, Öcalan’ın hukuki durumu veya örgüt üyeleriyle yapılabilecek görüşmelerle tahkim edilebilir. İkincisi ise Uçum’un belirttiği gibi, bir açılım sürecinden ziyade devletin çıtayı yükselttiği, DEM’i tavır almaya zorladığı bir durumdur.
Her iki ihtimalde de yeni bir ihtiyacın, dış dinamiklerin etkisi göz ardı edilmemeli. Uçum’un açıklamalarında bilmediğimiz gizli bir planlama veya strateji yoksa, bu tablo Kürtlere yönelik bir açılım değil, devletin pozisyonunu tahkim etme çabasıdır. Türkiye devleti, Kürt meselesinde tutumunu derinleştirerek, silahların bırakılmasını sağlayarak ve DEM’i sıkıştırarak kendi stratejik konumunu güçlendirmeyi hedefliyor. Mevcut gelişmeler, yeni bir çözüm sürecine işaret etmiyor.
Ancak, çatışma çözümleri her zaman değişken olabilir. Herhangi bir görüşme, temas veya pazarlık durumu aniden tersine çevirebilir. Bu aşamada Uçum ve Bahçeli’nin açıklamaları, çözüm süreci beklentisini zayıflatmış ve heyecanı söndürmüştür.
Serbestiyet
- PSK: Seyid Riza ve Arkadaşları Ölümsüzdür
- Meclis'te 2013'te hazırlanan 'çözüm süreci' raporunda neler vardı?
- PSK: Erdoğan Kürdlerden Özür Dilemelidir
- PSK: Kayyım Siyaseti Geri Döndü
- Bozyel: Önümüzdeki tarihi hedef Kürt halkının özgürlüğüdür
- 'Kürt Meselesinde Çözümsüzlük Türkiye'ye Neler Kaybettiriyor?'
- ‘Fetihçi iktidarın, böyle bir din ulemasına ihtiyacı vardı
- Ali Çeven Serbest Bırakılmalıdır
- ‘Diyanetin varlığını sorgulamayan her laiklik tartışması yanlıştır
- Altan Tan, Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısını üç nedene bağladı