yazarlar makaleler
“Sâdece nefes alma hakkınız var”
1/21/2024

İran Bahâîleri’nin bitmek tükenmek bilmeyen cefâsı

Haldun Bayrı

Sayısız tutuklama ve aşağılayıcı önlemlerle yeni ve azgın bir baskı kampanyası çöktü Bahâî cemaatinin (Bahâîlik) üzerine. “Beşikten mezara” süren bir zulmün son safhası olarak, bu cemaatin mensupları, Tahran’da ölülerini siyâsî mahpusların toplu mezarına gömmeye mecbur tutuluyorlar. Jean-Pierre Perrin’in Mediapart’taki yazısını Haldun Bayrı çevirdi.

Tahran’ın güneydoğusundaki yoksul bir kenar mahallede bulunan Khavaran Mezarlığı’nın bir diğer adı da Lânetabad’dır, “lânetliler mekânı”. Başlangıçta ölülerini Müslüman mezarlıklarına gömme hakkı olmayan Hıristiyan, Yahudi ve Zerdüştî azınlıklara tahsis edilmiştir; 1988’de ise İran hapishânelerinde yaşanan büyük katliamlar sırasında infaz edilen yüzlerce siyâsî tutukluyu gömmek için İran rejimi oraya muazzam büyüklükte iki toplu mezar kazdırmıştır.

Bahâî inancının bağlıları, 2021’den beri, yetkililer tarafından ölülerini bu iki toplu mezardan birine gömmek zorunda bırakılıyor. Kabirsiz, törensiz.

İran’da İslâm Devrimi’nin yerleşmeye başladığı yıl olan 1980’de, Bahâîler’in İran başkentinde yaklaşık 80 000 m2 büyüklüğünde bir mezarlıkları vardı. Ama bu mezarlık kısa süre sonra yerle bir edildi, 15 000 civârında kabir yıkıldı ve müminlere, ölülerini kendi ceplerinden mezarlık olarak tanzim edecekleri Khavaran arsalarına gömmeleri emrediliyor. Ama iki senedir artık bu mümkün değil, çünkü rejim bu karârından caydı. Artık ancak siyâsî mahpusların naaşları üzerine gömmelerine izin var ölülerini — ki Bahâîler de buna karşı çıkıyor.

“Yetkililerin Bahâîler’in ölüleri karşısındaki acımasızlıklarını anlamak mümkün değil” diyerek belirtiyor infialini Hamdam Nadafi, Fransa Bahâîleri Dış İlişkiler Bürosu’nun yöneticisi; aynı zamanda araştırmacı ve “Müslüman Hukuku Devletlerinde Din Özgürlüğü” (La liberté de religion dans les États de droit musulman) başlıklı bir tezin yazarı. “Şimdi, âilelerin rızâsı alınmadan Bahâî ölülerini doğrudan o toplu mezara gömüyorlar,” diye açıklıyor uzmanımız. “Üstelik, Bahâî mezarlığındaki gönüllü hizmetliler hapse atılıyor ve onlara, zâten mâlî yükünü bütünüyle üstlendikleri kendi mezarlıklarına ölülerini gömebilmeleri için önemli meblağlar ödemeleri dayatılıyor.”

Cenâze uzun zamandır bir sorun

Birkaç gün önce ölen bir kadının, Afagh Khosravi’nin âilesi, onu edebiyle gömemediği için, bedenini Tahran Tıp Fakültesi’ne bağışlamayı tercih etti. Merhûmenin hayâtı cemaatin durumunun özeti gibi: Kocası 1980’li yıllarda dinî inançları yüzünden kurşuna dizilmiş, iki oğlu ise bu nedenle hapisteler.

“İran’daki Bahâî cemaati için bitmeyen tükenmeyen bir tâciz söz konusu,” diye sürdürüyor Hamdam Nadafi. “Şah zamânında da buna mâruz kalıyorlardı, ama o zaman şimdi olduğu gibi kurumsal ve sistemli bir zulüm değildi. Tam kafanızı dehşetten çıkardığınızı zannettiğiniz anda tekrar dalıyorsunuz oraya. Bahâîler 44 yıldır ölülerini gömerken sorunlarla karşılaşıyorlar. Mezarlıkları yerle bir edildi, kabirlerinin kutsallığı hiçe sayıldı, hattâ âilelerin mezar yerine gitmeleri bile engellendi. Rejimin her yıl fazladan bir zahmet îcat etmesi gerekiyormuş gibiydi âdeta.”

İnfaz edilmiş siyâsî mahpusların âileleri de yakınlarının üzerine Bahâîler’in gömüleceğini öğrenince teessüre kapılmışlar. 25 Nisan’da Tahran Belediye Başkanı’na bir açık mektup yazdılar. 79 imzâcı şunu yazıyorlar: “Çocuklarımızın, karılarımızın, kız ve erkek kardeşlerimizin ölümlerinin üzerinden otuz yıldan fazla zaman geçti. Kanıtlara göre onların mâsum bedenleri Khavaran toprağında yatıyor. Bu değişikliğin nedeni ve niyetiniz nedir? Bahâî vatandaşlarımızı sevgili merhumlarını bu toplu mezara gömmeye mecbur bırakmamanızı ve eski yaralarımıza tuz basmamanınızı istiyoruz.”

Bahâîler’e ölülerini gömmelerinin yasak edilmesi, filozof ve ilâhiyatçı, Birleşmiş Milletler’in din özgürlüğü konusunda eski raportörü Heiner Bielefeld’in sözcükleriyle “beşikten mezara” süren bir zulmün son safhası gibi görünüyor. Bu yeni baskı kampanyasının berâberinde gelen birçok başka aşağılayıcı muamele bu cemaate en büyük travmalarından birini de hatırlatıyor: 18 Temmuz 1983’te, on Bahâî genç kızı sabahın ilk ışıklarında Şiraz’daki Çoğan Meydanı’nda asılmışlardı, çünkü inançlarını inkâr edip İslâm’ı kabul etmeyi istememişlerdi.

“Cezâlarını daha da gaddarlaştırmak için, arkadaşlarının nasıl öldüğünü görsünler diye her berâber asılmamışlardı” diye belirtiyor Hamdam Nadafi. En ufakları, 17 yaşındaki Mona Mahmunecad en sonuncuydu. İnfaz edilmiş olan arkadaşları için dua ettiği ve sonra ipi öptüğü görülmüştü.

Sebepsiz hapse atılan on Bahâî kadın

Kırk yıl sonra, baskı yeniden hızlandı. İsfahan’da 20 ilâ 90 yaş arasında on Bahâî kadın altı haftadır hapisteler; neden hapse atıldıkları bilinmiyor ve onlardan hiçbir haber alınamıyor. Şiraz’da da dört kadın Eylül ayında aynı koşullarda tutuklanmıştı. Toplamda, cemaatin Dış İlişkiler Bürosu’nun (BIC) bildirdiğine göre hâlen 70 Bahâî mahpus durumda, bunların 49’u Eylül’den beri tutuklandı.

Bunların üçte ikisi yirmi ilâ otuz yaş arasında genç kadınlar, diğerleri ise esâsen yaşlı kimseler; tüm bu kadınlar çoğu zaman sorguları sırasında psikolojik ve fiziksel olarak istismar ediliyorlar. Bâzen, son olarak 90 yaşında hasta biri olan Cemaleddin Hancânî ve kızı Maria gibi ebeveynler ve çocukları berâber tutuklanıyorlar.

Buna bir de, BIC’e göre dâvâları devam eden ya da mahkûm edilerek hapse gönderilmek için celplerini bekleyen 1200 başka mümin ekleniyor. Kefâletle serbest bırakılma durumunda, fahiş meblağlar ödemek ya da teminat olarak mülklerinin belgelerini teslim etmek zorunda kalıyorlar. Yirmili yaşlarda genç bir Şiraz sâkini 200 bin dolar kefalet ödemek zorunda bırakıldı.

İranlı rapçı Toomaj da zulme uğramış: “Kemiklerimi kırdılar”

İran gençliğinin en çok sevdiği rapçı olan 33 yaşındaki Toomaj Salehi, sâdece on gün serbest kalabilmiş. 30 Ekim 2022’de tutuklanıp, kefalet karşılığı 19 Kasım’da tahliye edildikten sonra, 30 Kasım’da tekrar, “kanıtı olmayan yanlış beyanlarda bulunmak”tan hapse atılmış. Bu suçlamalar, gözaltında tutulduğu sırada “vahşice işkenceye uğramış olduğu”nu açıkladığı bir videonun yayınlanmasından sonra yöneltilmiş ona: “Kemiklerimi kırdılar ve daha çok işkence edebilmek için muhtemelen adrenalin verdiler bana” diyor. Bir ay boyunca “beyaz işkence”ye mâruz kalmış olduğunu, yani tam bir tecritte tutulmuş olduğunu da bildirmişti.

Ayrıca rejim, birkaç gün önce, Mahsa Amini’nin dövülerek öldürülmesine karşı ayaklanma sırasında tutuklanan sekizinci bir göstericiyi, 22 yaşındaki Milad Zohrevand’ı da asmış. Hapisteyken baba olan bu genç, çocuğunu görememiş. Bir başka siyâsî tutuklu, Eyüb Karimi ise 14 yıl mahpus kaldıktan sonra 29 Kasım’da Kızılhisar Cezâevi’nde (Kürdistan) asılmış; onunla birlikte suçlanan 5 kişi de asılma riskiyle karşı karşıya. Karimi’nin son sözleri: “Artık benim için çok geç, îdâma mahkûm edilen öteki mâsumları kurtarın.”

Bahâîler’e karşı bu yeni kampanya 31 Temmuz 2022’de bu cemaatin dayanıklılığını cisimleştiren iki kadının, Mehveş Sabet ile Fariba Kamalabadi’nin tutuklanmasıyla başlamış. Biri 70, diğeri 60 yaşında olan bu iki kadın, daha önce hapiste on yıl geçirmişler. 21 Kasım 2022’de Tahran Devrim Mahkemesi’nin 26 no.lu şûbesi tarafından on yıl daha hapse mahkûm edilmişler. Sâdece bir saat süren dâvâ sırasında, yargıç İman Afşari onları önceki mahpusluklarından “ders almamış olmak”la suçlamış.

Evin Hapishânesi’nden gizlice yazdıkları bir mektupta, Fariba Kamalabadi rejimin istihbârat ajanlarının kendisine, “İran’ı terk etmeyen bütün Bahâîler’in hapsedilmeleri gerektiği”ni söylemişler. “İslâm Cumhuriyeti biz Bahâîler’i eledi. Sevgili vatandaşlar, bizi elemeyin ve sözlerimize kulak verin” diye yazmış, hapisteki şiirlerinin bir derlemesi İngilizce yayımlandıktan sonra muayyen bir uluslararası tanınırlığa erişen ve Pen International tarafından 2017 yılının uluslararası cesâret ödüllü yazarı seçilen Mehveş Sabet.

Bahâî cemaati İran’ın her yanına dağılmış yaklaşık 350 bin kişiden oluşuyor; ülkede Müslüman olmayan en büyük dinî azınlık. İran topraklarında bulunan diğer dinlerden farklı olarak her türlü din yayıcılığını yasaklasa bile, Muhammed’i son peygamber olarak kutsayan Kur’an’ın indirilişinden sonra bir dinin doğmuş olmasına müsâmaha gösteremeyen teokratik iktidar tarafından tanınmıyor.

Üstelik Bahâîler, 1892’de Akka’da (o sırada Osmanlı yönetimi altında) ölen ve dönemin İranlı yetkilileri tarafından sürgün edilmiş olan kendi peygamberleri Baha’ullah’ın yolunu izliyorlar. Baha’ullah bir sahtekâr telakki ediliyor ve daha sonra İsrail’e dönüşecek olan topraklarda ölmüş olduğu ve türbesi orada bulunduğu için rejim onun bağlılarını İbrânî devletinin ajanları olarak suçluyor.Bu yüzden İran adâleti tarafından onlara karşı sık sık, “Devlet’in güvenliğine halel getirmek” ve “bir düşman ülke [yani İsrail – Fr. Ed.N.] hesâbına casusluk yapmak”tan iddianâmeler hazırlanıyor. “Bu suçlamalar gülünç: Bahâî kuralları hiçbir siyâsî tavır takınmaya izin vermez ve kim olursa olsun yetkililere bağlılık talep eder” diye belirtiyor Hamdam Nadafi.

Aynı zamanda İran toplumunun bütününün de moralini bozmak maksadıyla cemaatin en savunmasız mensuplarını yıldırmayı hedefleyen bir strateji bu.”

Bahâî inancının cinsiyet eşitliğini, inanç ve kavim ayrımı gözetmeksizin herkese karşı hoşgörüyü teşvik etmesi onları mükemmel günah keçileri hâline getiriyor. Hem kırsal alanda hem kentlerde yaşayanları etkileyen sayısız hak ihlâlinin kaynağı bu. Kırsal bölgelerde, yetkililer topraklarına el koyup vakıflara devrediyorlar. 2 Ağustos 2022’de Mâzenderan eyaletindeki (İran’ın kuzeyinde) Ruşenkuh köyünde olduğu gibi, buldozerlerle evlerini yıkıyorlar.

Bahâîler’de eğitim katiyetle merkezî önemde görülüp mütevazı çevrelerde kızlara öncelik tanınırken, çıkartılan engeller yüzünden üniversiteye gitmeleri neredeyse imkânsız hâle gelmiş — ilke olarak, inançlarından vazgeçmedikleri takdirde yüksek öğrenime girişleri yasaklanmış. Evlilikler internet üzerinden bir kayıt sisteminin getirilmesiyle artık geçerlilik kazanmıyor; bunun sonucunda yasa önünde hükümsüzleşiyor ve doğum kayıtları ile sosyal haklar bakımından açığa düşüyorlar.

“İran’da Bahâîler’e karşı bir yıldan fazladır git gide arttığını gözlemlediğimiz saldırılara, hükûmetin cemaatimize karşı kullandığı yeni taktiklerin haşinliği de ekleniyor” diye ısrar ediyor Simin Fahandej, Cenevre’de Birleşmiş Milletler’deki BIC temsilcisi. “Bu taktikler, sâdece Bahâîler’i değil İran toplumunun tamâmını yıldırmak maksadıyla cemaatin en savunmasız mensuplarının gözünü korkutmaya yönelik bir stratejiye tanıklık ediyor.”2008’de,Tahran’daki bir devrim mahkemesinin yargıcı, yirmi yıl hapis cezâsına mahkûm ettiği Bahâî cemaatinin sorumlularına, sâdece “nefes alma” hakları olduğunu ilan ediyordu. “Daha ne istiyorsunuz!” diye de eklemişti.

Medyascope


İÇERİK BAŞLIKLARI
×
 MAKALELER   yazarlar