Şeylerin seyrini değiştirmek, şeylere dair
gerçeği bilmeden-söylemeden ve gereğini yapmadan mümkün değil… Marifet şeylerin
şeylerini söyleyebilmekte… İnsanları köleleştiren hâkim ideolojiyi (bizde resmî
ideoloji) teşhir edip onunla hesaplaşabilmekte… Bu da yalanı ve yalancıları
teşhir etmeyi gerektirir… Maalesef buna cüret edebilen entelektüel zaafı var. Sadece
bu dünyanın varını-yoğunu sömüren, yağmalayan, talan eden mülk sahibi
egemenleri değil, “aydın” denilen hâkim ideoloji üreticisi eğitimlilerin pis
misyonunu da teşhir etmek gerekiyor… Uzmanlıklarını (bilgilerini) burjuva
devlete ve sermaye sınıfına satan ‘uzman- aydınlar’ taifesi kimi nasıl ‘aydınlatıyor’?
Siz bu çürümüş, soysuzlaşmış sömürü düzeni
varlığını sadece baskı-şiddet ve devlet terörüyle mi sürdürdüğünü sanıyorsunuz?
Egemenlik bidayette zora, şiddete, teröre dayansa da hâkim ideoloji ‘gönüllü
kabullenme’, rıza olmadan yola devam edemez… İşte o ‘gönüllü kabullenme’ ‘gönüllü
kulluk’ da, yüksek düzeyde eğitim görmüş diplomalılar, ‘akıl hocaları’ tarafından
sağlanıyor… Onlara kibarca ‘kanaat önderleri’ dendiği de oluyor…
77 yıldır bir ‘demokrasi oyunu’ sahneleniyor.
Kısa süreli askeri darbeler dışında her dört-beş yılda bir seçimler yapılıyor.
Hangi siyasi parti iktidar olursa olsun, sahnedekiler hep aynı kaşarlanmış
burjuva politikacıları… Partilerin adı farklı olsa da aralarında kayda değer
bir fark yok… Kaldı ki, siyaset, profesyonellerin işi bir meslek olmaya devam
ettikçe, hangi parti iktidara gelirse gelsin, sahnede hep aynı kadrolar var
demektir… Siyasî yaşamı boyunca beş-altı parti değiştirenleri az değildir… Utanmaz
bir oportünizmle malûldürler… Kaşarlanmış burjuva politikacılarının burnu iyi
koku alır… Ne zaman hangi parti saflarına katılacaklarını iyi bilirler…
Bu ülkede siyaset, bütçeyi, hazineyi,
müşterekleri (herkesin olanı) yağmalamak/yağmalatmak için yapılıyor… Siz ‘nurlu
ufuklar’ vaadlerine aldanmayın… Burjuva siyasetçileri toplumu kutuplaştırmayı/ ‘düşman
kamplara’ ayırmayı çok iyi bilirler… Bir kere toplum kutuplaştırıldı mı, artık
iş kolaylaşıyor… Asıl sorunlar ilgi ve kaygı konusu olmaktan çıkıyor…
Kaldı ki, bu halk düşmanı rejim, iç ve dış
düşmansız yapamaz, varlığını sürdüremez. İç düşman, sosyalistler-Kürtler-
Aleviler, özgürlük/eşitlik/demokrasi isteyenlerdir… Dış düşman da zaten
verilidir: Türkiye sınırları dışında kalan tüm halklar ve ülkeler şanlı
devletimizin iflah olmaz düşmanıdır…
Aslında ‘bir Türk’ün dünyaya bedel’ olduğu yerde tüm dünya düşman olmuş
ne önemi var… Yüz yıldır memleketi sözde
‘iç ve dış düşmanlardan’ koruyarak varlığını sürdüren politik-ekonomik oligarşi
neden bu kadar kolay yönetebiliyor? Manevra alanı neden bu kadar geniş?
Bu sorunun cevabı ‘hırsızın kabahati’
denilenle ilgili… Nasreddin Hoca'nın eşeği çalınmış.
Can sıkıntısı içinde durumu komşularına anlatınca her kafadan bir ses çıkmaya
başlamış. Biri: Hocam demiş niye ahırın kapısına iyi bir kilit takmadın sanki? Bir
başkası:
Evine hırsız giriyor da senin nasıl haberin
olmuyor? Bir diğeri de hocam demiş, kusura bakma ama eşeğin çalınmasına en
büyük sebep yine sensin. Çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok. Nerden baksan
dökülüyor. Hoca kızmış:
Yahu demiş, iyi, güzel de kabahatin hepsi benim
mi? Hırsızın hiç mi suçu yok?
Harika şairimiz Nazım Hikmet de söylemek istediğimi o
harika üslubuyla, ‘Dünyanın en tuhaf Mahluku’ şiirinde şöyle ifade
ediyor:
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
Aslında sorun, Padişahın Kulunun, İmparator’un tebasının
cumhuriyetin yurttaşı olamamasıyla ilgili… Bizde ortalama bilinç yurttaş
bilinci değil bir tür misafir, mülteci, sığıntı bilincidir… Aksi halde insanlar
bu kadar kolay itilip-kakılmaz, sömürülmez, aşağılanmazdı… Yurttaş, devletin (kamunun)
sorunlarıyla, siyasetle ilgilenen anlamındadır. Ödediği verginin hesabını
sorabilendir…Siyaset bir meslek, kaşarlanmış profesyonel politikacıların “işi’
olduğu durumda, seyirciyi oyalama/aldatma aracı olmaya da devam eder… Oysa
siyasetin herkesin işi-şeyi olması gerekiyor… Ancak o zaman bir almanı ve
değeri olabilir…
Maalesef insanlarda ‘iyi politikacılar iyi
politikalar uygularlarsa’ sorunların çözülebileceği umudu ve beklentisi
var… Oysa, kötü sistem dahilinde “iyi politikalar” mümkün değildir… Hem insana
ve doğaya saygısız, sömürü-yağma-talan düzeni yerli yerinde duracak ve hem de
sorunlar çözülecek, işler yoluna girecek… Böyle bir şey mümkün değildir…
Kapitalizm koşullarında konut da bir metadır.
Kapitalistler her metadan olduğu gibi konuttan da kâr ediyorlar. Oysa ne
toprağın ne de onun üzerine inşa edilen konutun parayla alınıp-satılır bir
nesneye indirgenmesi kabul edilebilir değildir. Toprak bir müşterektir /herkesin
olan-olması gerekendir. Zira emek harcanarak üretilmiş bir şey değildir…Kamunun
(herkesin) ortak kullanımına sunulması gereken toprağın bir kâr ve zenginleşme
aracı olması kabul edilebilir değildir… Bu nedenle, kent toprağının (herkesin
olanın) üzerine inşa edilen konutun da bir meta olmaktan çıkarılması gerekir.
Sizin barınma ihtiyacınız neden başkalarının kâr etmesinin aracı yapılsın?
Konut vazgeçilmez bir insan hakkı değil midir? Kent topraklarının özel mülk
konusu olması kabul edilemez. Kamulaştırılması gerekir…
Birileri kırk-elli evin sahibiyken, “büyük hırsızlar”
süper lüks rezidanslarda, villalarda, yalılarda yaşarken, milyonlarca insanın
başını sokacak mütevazı bir konutu olmayışının haklı ve mantıklı bir gerekçesi olabilir
mi? Herkesin konuta hakkı yok mu?
Ömür boyu çalışıp-didinip zar-zor mütevazı bir ev
sahibi olabilenler de ilk depremde göçük altında kalıp ölüyorlar… Verili
teknolojik düzey en şiddetli depremlere bile dayanıklı konut üretmeye imkân
verirken kim neden çürük binaların yapılmasına izin veriyor? Kimler o çürük
binalardan kâr ediyor? Dahası yangına
körükle gidiyor? Sorumluluk hiyerarşisini de sorun etmek gerekmiyor mu? Bu ülke
birilerinin, “büyük hırsızların” babalarının malı olmaya devam ettikçe, kimse
işlerin yoluna girebileceğini beklemesin, olmayan duaya âmin demesin… Son büyük
depreme müdahale neden son derecede yetersiz kaldı? Dinci AKP öyle işlerle
ilgili değil de ondan... Onun asıl ilgi alanı ülkenin varını yağmalamak/yağmalatmak…
Kızılay bir kapitalist işletmeye dönüşmüşken, kan ve çadır ticaretinden kâr
ederken başka türlü olabilir miydi?
O halde iki şey: Ya bu, akla, izana mugayir,
rezil-kepaze sömürü düzeni aşılacak, insan soyuna yanaşır bir düzen kurulacak,
ya da bir gelecek olmayacak! Ayağa kalkıp gereğini yapmak için daha ne olması
bekleniyor… Bu insanlar haysiyet sınavından ne zaman geçecek?